İki-üç senedir Türkçe yazan ve seçkin yayınevlerinden en az bir kitap çıkarmış öykücüleri takip etmeye çalışıyorum. Artık kanaatimin kesinleştiği bir husus var: öyküler fazlaca otobiyografik ve genel geçerlik iddialarıyla dolu. Metnin otobiyografik nitelik taşıması elbette sorun değil, ancak bu niteliğin çok kolayca anlaşılır olması bence kurgunun zayıflığına işaret ediyor. Ayrıca ve daha da önemlisi: metinler neredeyse tamamen yazarın kendi hayatından ve yaşadıklarından çıkardığı dersleri, sahip oldukları veya karşılaştıkları karakterleri evrensel gerçekler olarak sunan ifadelerle dolu. “zaten … hep…” kalıbıyla o kadar çok karşılaşıyorum ki mesela. Sürekli evrensel gerçeklik sunma iddiasındaki bir metnin aynı zamanda otobiyografik olması sanki metnin sadece hayattan kendince çıkarılan derslerin ya da mesajların okuyuculara vaaz edilmesi amacıyla yazıldığı intibaını veriyor. İyi edebiyat bence bu değil ve Bakhtin’in “monologic” yazarlık kavramına tam oturuyor. bir metni okurken yazarın bana dünyayı anlamlandırma şeklini ve dünyayla kurduğu bağlantıyı dikte etmesini değil, birden fazla bağlantı ve anlamlandırmanın mümkün ve mevcut olduğunu sezdirerek kendi kurduğum bağlantı ve anlamlandırmaya gölge düşürmesini bekliyorum.